Ekonominin Nabzı

Bütçe Muamması

08 Ekim 2023

Aşağıdaki tablo 2022 yıl sonu, 2023 yılı başlangıç ve ek bütçeleri ve Orta Vadeli Program (OVP) ile yapılan tahminleri gösteriyor:

Bu tablonun birçok ilginç özelliği var. Her şeyden önce 2023 bütçesi yapılırken 2022 bütçesine göre %52 artış öngörülmüş. Bunun anlamı 2023 için başlangıçta %50’nin üzerinde bir ortalama enflasyon tahmin edilmiş. 2023 için başlangıç bütçesi 2022 sonunda yürürlüğe girdiği için ortada deprem olmadığından bunun için öngörülmüş ödenekler bulunmuyor.

İkinci olarak şubat ayında yaşanan depremler sonrasında bütçedeki ödeneklerin (ve doğal olarak gelirlerin) yetmeyeceği öngörülerek Temmuz ayında ek bütçe çıkarılmış ve bütçe gider ve gelirlerine eşit tutarda (1.119,5 milyar TL) ekleme yapılmış. Kanun gereği ek bütçe ile öngörülen giderlerle eşit tutarda gelir yaratılması gerekiyor. Bu durumda bütçe açığı değişmeden aynı (659,4 milyar TL) kalmış.

Buraya kadar bazı sorunlar olsa da bunları bir kenara bırakıp OVP ile ortaya çıkan asıl büyük soruna değinelim. Tabloya dikkat edilirse OVP’de bütçe giderleri gerçekleşme tahmini (ek bütçe ile artırılmış bütçe giderleri toplamına göre) 973,5 milyar TL artırılmış görünüyor. Buna karşılık bütçe gelirlerinde bir artış söz konusu değil. O nedenle de bütçe açığı 1.632.9 milyar TL öngörülmüş.

Bu artan 973,5 milyar TL tutarındaki gider nasıl karşılanacak? Henüz ek bütçe ile 1.119,5 milyar TL tutarındaki gelir artışı karşılanamamışken bunun üzerine gelen 973,5 milyar TL’lik gider artışı neyle finanse edilecek ve bu finansman nasıl bütçeleştirilecek? Gelişmiş ülkelerde kamu harcamalarını finanse etmek için vergi ve diğer biçimlerde halktan toplanan paraların nerelere harcanacağı kuruş kuruş gösterilir ve hesabı verilir. Bizde bırakın harcamayı toplanacak gelirin nasıl toplanacağı bile muamma (anlaşılmaz iş, bilmece) oldu. 973,5 milyar TL ek gelir nereden gelecek? Hangi vergi ne kadar artırılacak? Yeni vergiler mi gelecek? Bunları ancak Meclise torba kanun gelince anlayacağız.

İşte bu aşamada enflasyon birçok başka alanda olduğu gibi burada da imdada yetişiyor: Enflasyonla mücadele yalnızca bir söylemden ibaret. Gerçekte böyle bir mücadelenin yapılmadığını, asıl meselenin enflasyonu araç gibi kullanmak olduğunu söyleyebiliriz. Türk Lirasının iç değer kaybı, dış değer kaybından yüksek olduğu sürece gelirler yükseliyor, GSYH daha yüksek çıkıyor ve ekonomi büyümüş görünüyor. Özetle Türkiye’nin enflasyonla mücadelesinin gerçek olmadığını söyleyebiliriz.

TBMM, bütçe hakkını kullanabiliyor mu sorusunun yanıtı yıllardır olumsuz ama sanırım hiç bu kadar olumsuz olmamıştı. Yukarıdaki tablo niçin bütçe yaptığımız sorusunu bile yanıtlayamıyor.

Yanıt olmayan bir tablonun ardından ülke gündemimizin sorusuna da bir değinelim:

Faiz politikasından niçin sonuç alamıyoruz?
2008 yılında başlayan küresel krizin yarattığı resesyon ortamından uzaklaşabilmek için gelişmiş ülkelerin uygulamaya yöneldiği düşük faiz ve parasal genişleme politikası 2021’den başlayarak enflasyonist baskıların artmasına yol açtı. 2008’i izleyen yıllarda gelişmiş ülkeler, paralarının rezerv para olmasının verdiği avantajı kullanarak bastıkları paraları, yatırım fonları aracılığıyla dünyada daha yüksek getiri veren gelişme yolundaki ülkelere yollamışlar, böylece enflasyonu oralara yaymışlardı. Ne var ki gelişmiş ekonomilerde enflasyonda farklı nedenlerle artış ortaya çıkınca faizler de yükseldi ve fonlar, kazanç/risk karşılaştırmasını risk ağırlıklı yapmaya yönelerek, gelişmekte olan ülkelere yolladıkları paraları yavaş yavaş geri çekmeye başladı. Bu dönüşlerle birlikte gelişmiş ülkelerde piyasaya daha fazla para çıkmaya başladı ve sonuçta para arzındaki bu artışlar mal fiyatlarında arz kaynaklı bazı artışlarla da birleşince enflasyonist baskı iyice yükseldi. Enflasyondaki artış gelişmiş ülkelerden ABD, Euro Bölgesi, Birleşik Krallık’ta merkez bankalarının faiz artırımlarına yol açtı. Gelişmiş ülkelerden yalnızca Japonya, uzun yıllardır enflasyon görmediği için, eksi faizle devam etme kararından vazgeçmedi.

Benzer bir yaklaşımı gelişmekte olan ülkeler de gösterdi ve merkez bankaları yükselen enflasyona karşı faiz artırımına gittiler. Bunlar arasında Rusya, Brezilya, Endonezya, Hindistan gibi önemli ülkeler başı çekti.

Türkiye’de merkez bankası, bu dönemde istikrarsız bir faiz politikası izledi: Kimi zaman faizin enflasyonun nedeni olduğu iddiasıyla enflasyonun yükselmesine aldırmayarak faizi düşürdü, kimi zaman tam tersini söyleyerek faizi yükseltti. TCMB’nin 2018 yılından bu yana faiz kararlarını ve Cumhurbaşkanı’nın faizle ilgili o dönemlerde söylediği sözleri içeren Reuters tarafından düzenlenmiş şemaya, www.mahfiegilmez.com bloğumda; “Faiz politikasından niçin sonuç alamıyoruz? başlıklı yazımda paylaşmıştım. Dilerseniz inceleyebilirsiniz.

Şema, faiz politikası uygulamasının ve kararların ardındaki düşüncelerin ne kadar istikrarsız olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyor.

Faiz politikasının enflasyonu düşürmekte başarısız olmasının ilk nedeni bu istikrarsızlıktır. İkinci nedeni faizi enflasyon kadar artıramama olgusudur. Eğer tedrici faiz artışları yapısal reformlarla desteklenmiş olsaydı enflasyonla mücadele için yeterli olabilirdi ama böyle bir destek olmaksızın tek başına faiz artırımıyla yola devam edilecekse bu artışın enflasyondan az olmaması gerekir.

Amaç “faizi artırdık, bakın işte o da enflasyona çare olamadı” demekse onu bilemeyiz.

YAZI HAKKINDA YORUMLAR
TİMDER Kurucu Üyesidir.