Ekonomik Analiz

Dolar 2,5 TL’yi deneyince, reel sektörün yükü 2,1 Milyar TL arttı!

12 Mart 2015

Kimi gazetelerde, sırf muhalefet olsun diye, Türkiye’nin dış borç stokuna ek 60 Milyar TL’nin üzerinde yük geldiği yönündeki haberlere itibar etmeyin. 2014 yılının Eylül ayı sonu itibariyle, Türkiye’nin Kamu, Özel Sektör ve Merkez Bankamızdan kaynaklanan toplam dış borç stok değeri olan 397 Milyar Doları, önce 31 Aralık 2014’deki 2,34 TL Dolar kuru ile çarpıp, dış borç stokunun TL cinsinden değerini 929 Milyar TL düzeyinde TL cinsinden değerini bulup, sonra bugün Dolar kuru 2,5 TL oldu diye, bu defa 2,5 TL ile çarpıp 992 Milyar TL’yi bulup, “Türkiye’nin dış borcu 63 Milyar TL arttı” derseniz, biz hoca takımı buna ‘komedi’ deriz. Çünkü, 397 Milyar Dolarlık dış borç stokunun en az yarısı 3 yıl ve daha uzun vadeli dış borçtan oluşuyor.

İşin özü, 2015 yılının başından Eylül ayı sonuna kadar, reel sektörün uzun vadeli dış borçları adına 11,2 Milyar Dolar, kısa vadeli dış borçları adına da 1,9 Milyar Dolar olmak üzere, 13,1 Milyar Dolarlık dış borcunun vadesi doluyor. Yani, reel sektör bu kredileri aynı miktarda yeni kredi ile yinelemek istemez ise, geri ödeyecek. Bu durumda, Ocak ayında reel sektörün 1,2 Milyar Dolar dış borç ödemesi yapması gerekiyordu; Şubat ayında ise 0,9 Milyar Dolar. Biz, bu tarihe kadar bu tutarın 1,3 Milyar Dolarının geri ödendiğini varsayarsak, 31 Aralık’taki geçerli kurla, yani 2,34 TL ile ödeyeceğine, reel sektör 2,5 TL’ye kadar yükselen Dolar kuru ile, ortalama 2,42 TL’den ödeme yaptıysa, kur sıçraması yüzünden 104 Milyon TL fazladan ödeme yaptı, diyebiliriz.

Bir açıdan baktığımızda, “faiz” tartışmasıyla tetiklenip, ABD Merkez Bankası’nın (FED) erken faiz artırma ihtimali ile daha da alevlenen döviz kuru sıçraması, Türk reel sektörünün aynı dış borcu ödemek için 104 Milyon TL daha fazladan kaynak kullanmasını gerektirdi. Peki, siyasiler tartışırken, kimse dönüp te ‘reel sektör senin canın yanıyor mu, sıkıntın var mı’ diye sordu mu acaba? Bir de işin ithalat ödemesi tarafı var. Türkiye her ay 20 Milyar Dolarlık ithalat yapıyor ve ödeme gerçekleştiriyor. Bu durumda, Ocak ayı başından bugüne kadar reel sektörümüz 25 Milyar Dolar ithalat ödemesi yaptıysa, Türk reel sektörüne kur sıçraması nedeniyle 2,1 Milyar TL ek yük bindirdik. Yani, aynı ithalat ödemesi için Türk reel sektörünün 2 Milyar TL kazancı gereksiz yere dışarıya gitti.

Türkiye’nin borç tablosu ‘vahim’ değil

Türk Ekonomi Yönetimi, Türkiye’nin hane halkı, özel sektör ve kamu borç büyüklüklerinin iyi yönetilmesinin Türkiye’ye uluslararası saygınlık kazandırdığının farkında olduğundan; Türkiye, uluslararası finansal danışmanlık şirketi McKinsey’nin hazırladığı küresel borçluluk listesinde en az borcu olan 10 ülke arasında yer aldı. Ülkeleri borçlarının GSYH’ya oranına göre sıralayan McKinsey’nin 47 ülkelik listesinde Türkiye 38’inci sırada. Türkiye’nin 2014 itibarıyla borç/GSYH oranı yüzde 104 seviyesinde.

2007-2014 verilerini kapsayan  rapora göre, bu süreçte Türkiye’nin toplam borcu sadece yüzde 28 arttı. Verilere göre, Türkiye’nin borç artışı diğer ülkelerden ayrışarak kamu borcu odaklı değil, özel sektör ve hane halkı borcundaki artışla büyüyor. Türkiye’nin kamu borcu 2007-2014 döneminde yüzde 4 azalırken, özel sektör borcu yüzde 22, hane halkı borcu yüzde 10, finans sektörü borcu ise yüzde 11 arttı. Türkiye dışında borcu düşük olan ülkeler arasında Arjantin, Nijerya, Suudi Arabistan, Rusya, Meksika ve Endonezya’da bulunuyor.

Rapor, Macaristan, Endonezya, Peru ve Türkiye’nin Hazine tahvillerinin yüzde 40’ından fazlasının yabancı yatırımcıların elinde olması nedeniyle, bu yatırımcıların ABD’de faiz artışı gibi bir dış gelişme sonucu Türkiye gibi ülkelerin tahvillerini portföylerinden boşaltmaları halinde, kur ve dış finansman riskinin artabileceğine işaret etmekte.

TRT’ye konuşan Başbakan Yardımcısı Babacan da, döviz kurlarının Hükümet açısından günlük bir tartışma konusu olması gerektiğini de doğru görmediklerini, çünkü hangi ülkede bunlar böyle günlük siyasi polemik haline getirilirse, sonuçta o ülkenin komple zarar gördüğünü, o ülkede risk priminin yükseldiğini, o ülkede faizlerin yükseldiğini, öngörülebilirliğini azalttığını hatırlattı. O halde, Türkiye’nin avantajlarını kendi elimizle dezavantaja dönüştürmeyelim.

Büyüme 2014’de yüzde 3’ü aşamayabilir

9 Şubat Pazartesi günü açıklanan Aralık ayı sanayi üretim verisi, 2011 yılının son çeyreğindeki yüzde 0,93’lük artış sonrasında, sanayi üretiminin en düşük artış yaşadığı ikinci çeyreğin 2014 yılının son çeyreğinde gerçekleştiğini gösterdi. 2014 yılının son, yani 4. çeyreğinde sanayi üretiminde gözlenen yüzde 1,9’luk artış, yüzde 70 ihtimalle, yılın son çeyreğinde Türkiye’nin GSYH’sında yüzde 1,65 ile 2 arası bir büyüme yaşandığı olasılığını gündeme getirdi. Yüzde 30 olasılıkla 2014 yılının son çeyreğinde büyüme yüzde 2,45’i de yakalayabilir.

Bu ihtimallere rağmen, yani ister 2014 yılının son çeyreğinde ekonomik büyüme, 3. çeyrekteki büyüme oranının aynısını (yüzde 1,7) tekrarlasın, isterse de yüzde 2,4 çıksın; 2014 yılının bütününde büyüme hızı yüzde 2,6 ile 2,7 arası bir noktayı buluyor. Bu rakam, Türkiye’nin potansiyel büyüme performansı olan yüzde 5,4 ile, Cumhuriyet tarihi ekonomik büyüme ortalaması olan yüzde 4,7’nin çok altında. 2010 yılında yüzde 9,2, 2011 yılında ise yüzde 8,5 büyüyerek, küresel krizin tüm dünya ekonomisini vurduğu 2009 yılının acısını fazlasıyla çıkarmayı bilmiş olan Türk ekonomisi, 2012’de 2,2, 2013’de 4,1 büyüyerek, ciddi bir fren etkisi gösterdi. 2014’de de ekonomik büyümenin yüzde 2,7 düzeyinde kalması, Türk ekonomisinin 3 yıldır büyümeyi çok kontrollü götürdüğünü göstermekte.

2012-2014 dönemindeki, ortalama yüzde 3’e gelen büyüme performansının ana gerekçesini, enflasyon ve cari açık riskinin kontrolü ve yönetimi oluşturuyor. 2011 yılında yüzde 10’a dayanan cari açık/GSYH oranı ve iki haneli enflasyon süreci, Türkiye açısından ciddi risk oluşturmaktaydı. 2012 yılı sonunda, “yumuşak iniş” modeli ile, Türk ekonomisinde büyüme yüzde 2,2’ye çekilirken, cari açık ve enflasyon normalleştirildi. 2013 yılındaki yüzde 4’lük büyüme, cari açık ve enflasyonu yeniden kabartınca, Ekonomi Yönetimi 2014 yılında, 2012 yılındaki “yumuşak iniş” modeline geri döndü. Bunun doğal sonucu olarak, yıl başında yüzde 4 olarak hedeflenmiş olan GSYH büyümesi, 2014 yılının sonunu yüzde 2,6-2,7 düzeyinde göğüslemiş gözüküyor.

Piyasadaki fazla TL’mi kurları çok yükseltti

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın piyasaya kullandırdığı TL miktarı, teknik tabir ile, piyasayı TL cinsinden ne miktarda beslediği anlamına gelen TL likiditesi veya Merkez Bankamızın net fonlaması, piyasanın çarklarını döndürmesi açısından çok önemli. TCMB piyasadaki TL miktarını ne kadar kısarsa, piyasa o kadar durgunlaşıyor; esnaf ve KOBİ’lerin keyfi kaçıyor. Merkez Bankamız, piyasadaki TL miktarını, ekonominin çarklarını yavaşlatarak, enflasyonu düşürmek, enflasyonu kontrol altında tutmak adına yapıyor.

Merkez Bankamız piyasayı TL açısından çok eksik bırakırsa, piyasadaki TL miktarını çok kurutursa, bu defa reel sektör birbirine borç-alacak ödemelerini yapmakta zorlanmaya, çeklerin nakde dönüşmesi zorlanmaya başlıyor. Bu nedenle, enflasyon riski azaldıkça, Merkez Bankamız da ‘kesenin ağzını açıyor’, para musluğunu kısmen gevşetiyor ve piyasayı TL cinsinden daha fazla fonluyor ve piyasayı kısmen rahatlatıyor. Elimizdeki veriler, yeni yılın ilk günlerinde, 16 Ocak ile 29 Ocak arası, Merkez Bankası’nın piyasaya 37 Milyar TL ile 40 Milyar TL arasında bir net Türk Lirası fonlaması yaptığını gösteriyor. 29 Ocak günü birden, bu TL fonlamasını neredeyse 52 Milyar TL’ye çıkarıyor ve 30 Ocak ile 6 Şubat tarihleri arasında 49 Milyar Lira ile 53 Milyar Lira arasında piyasaya TL veriyor. Yani, 10 ile 13 Milyar Lira arasında piyasayı TL açısından daha fazla besliyor.

İşin ilginç yanı, Dolar kurunun 2,42’den 2,50 TL’ye sıçradığı dönem de, tam Merkez Bankası’nın piyasayı 10 ile 13 Milyar Türk Lirası daha fazla beslediği dönemle çakıştı. Acaba, piyasanın TL cinsinden 10 ile 13 Milyar TL arasında daha rahat hale gelmesi ile, döviz kurlarındaki dalgalanmadan hoşlanmayan ithalatçılar, dış borcu olan şirketler, genel anlamda reel sektör ve hane halkı, rahatlayan Türk Lirası’nı kullanarak, döviz satın almayı mı tercih etti? Dövize olan talebi besleyen böyle bir TL, döviz kurlarının 2,42 TL’den 2,50 TL’ye tırmanmasına dolaylı olarak yardımcı mı oldu? Bunu da bir ara incelemek yararlı olabilir.

YAZI HAKKINDA YORUMLAR
TİMDER Kurucu Üyesidir.