Görüş

Lozan, Bağımsız Varlığımızın Uluslararası Hukuk Belgesidir

08 Ekim 2023

Dünya tarihini değiştiren Lozan Antlaşmasının 100. yıl dönümündeyiz. Balkan savaşları ile başlayan ve 1923’e kadar devam eden yaklaşık 10 senelik süreçte çok büyük acılar ve sıkıntılar yaşandı.

Savaşın mağluplarından olan Osmanlı’nın işgal edildiği, paylaşılmak üzere Paris Barış Konferansı’nda masaya yatırıldığı yıl olan 1919 belki de tarihimizin en ağır facialarının yaşandığı seneydi. Buna mukabil 1920 yılı ise zafere giden yolun başlangıcının ve yeni devletin dayanağı olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış yılı oldu.

O yıllarda Avrupa sanayisi kömürden petrole geçen bir dinamizmi yaşarken Osmanlı’da bırakın sanayiyi, ekonomide veya ticarette kayda değer bir dinamizm bile yoktu. Avrupa’nın büyük devletleri arasında en küçük ekonomi ve en düşük üretim düzeyi Osmanlı’daydı.

“Büyük Millet Meclisi, Sevr’i imzalayan Osmanlı hükümetini vatan haini ilan etti.”
Osmanlı için savaş, 1920’de Sevr Anlaşması’nı imzalamasıyla resmen bitmişti ama Türk milletinin İstiklal Harbi devam etti. Osmanlı’nın imzaladığı Sevr, Türk Milletine bağımsız ve egemen bir devlet olarak yaşama hakkı tanımayan, ancak bir sömürge toplumuna reva görülebilecek şartları taşıyan çok ağır bir antlaşmaydı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Sevr Antlaşması’nı sert bir bildiriyle kınayarak, Sevr’i imzalayan Osmanlı hükümetini vatan haini ilan etti.

Sevr ile yıkılan Türk Milleti, İstiklal Harbi ile bağımsızlığını yeniden kazandı, Lozan Anlaşması ile de Sevr’i çöpe atıp egemen devlet statüsünü tescil ettirdi. Lozan, bağımsız varlığımızın uluslararası hukuk belgesi olduğu için ayrıca önemlidir.

“Lozan’da kayda değer şekilde ne toprak kazancı ne de toprak kaybı olmuştur.”
Saygın tarihçiler, Lozan’ın bir paket olduğunu, bir konuda taviz verilmişse başka bir konuda taviz alındığını vurgular. Lozan Antlaşması ile 1. Dünya Savaşı’nın mağlup devletlerinden birisi, kendisine dayatılmış son derece olumsuz bir antlaşmayı (Sevr) değiştirmeye muvaffak olmuştur derler. Lozan’da kayda değer şekilde ne toprak kazancı ne de toprak kaybı olmuştur. Lozan’da kaybettik denilen topraklarsa, Lozan’dan yıllar önce fiilen zaten kaybedilmişti. Mesela Ege adaları ve Batı Trakya Balkan Savaşı’nda, Irak ve Suriye 1. Dünya Savaşı’nda çoktan elden çıkmıştı. Osmanlı Devleti Sevr Antlaşması ile 400 bin km2ye düşmüştü. Lozan’a giderken İstanbul bile işgal altındaydı, Lozan’da kurtarıldı.

“Yeni bir savaş riski göze alınamazdı.”
Musul-Kerkük konusunda da Türk delegasyonu daha fazlasını yapamazdı. Zira buralar Osmanlı döneminde fiilen İngiliz hâkimiyetine bırakılmıştı. Orta Doğu’nun petrol alanlarına hâkim olma arzusu dünya savaşının başta gelen sebeplerinden olup, savaşın galiplerinin burayı bırakmaya niyeti yoktu. Musul’un dışarıda kalması o zamanki Meclis’te büyük tartışmalar çıkardı. Ama Başvekil Rauf Orbay’ın, “İrade buyurunuz, ferman buyurunuz, harp ederiz.” demesi karşısında tek kişi bile “Harp edelim.” diyememiştir. Zira 2 büyük harpten yorgun, bitkin ve son derece yıpranmış olarak çıkan ülkenin sanayisi ve ekonomisi neredeyse yok gibiydi. Yeni bir savaş riski göze alınamazdı.

“En önemli husus, bağımsız ve tam egemen bir Türkiye’nin kabul ettirilmesiydi.”
Son 10 senede dehşetengiz travmalar, acılar, kıyımlar sonucu elindeki toprakların çoğunu yitiren bir çokuluslu imparatorluktan bağımsız bir ulus-devlet çıkartmak ilk ve esas hedefti ve Lozan’da başarıldı. Lozan’a gidildiğinde Türk delegasyonu açısından en önemli husus, memleket üzerinde iktisadi vesayet sistemine yol açan kapitülasyonlardan arınmış, bağımsız ve tam egemen bir Türkiye’nin kabul ettirilmesiydi.

“Belirleyici olan şey de gücünüz dahilinde önceliklerinizdi.”
Türkiye, Lozan’da karşısında birleşmiş bir müttefik bloğu buldu. Millî Mücadele sırasında birbirlerinden giderek uzaklaşan devletler, Lozan’da birçok konuda birbirlerini destekledi. Meriç sınırını tartışmaya açtılar. Almanya’dan olduğu gibi Osmanlı’dan da savaş tazminatı alma meselesini masaya getirdiler. Kısacası sonunda belirleyici olan şey de gücünüz dahilinde önceliklerinizdi. Lozan’daki heyet zaten Osmanlı döneminde fiilen kaybedilmiş adaları elinde olmayan deniz gücüyle alabilecek durumda değildi.

Osmanlı Maliyesinin kendi vergilerini toplama yetkisini kaybetmesi sonucu devletin mali bağımsızlığından olması önce Rüsum-u Sitte İdaresi, ardından da Düyun-u Umumiye İdaresi ve Reji İdaresiyle olmuştu. Mali bağımsızlığımıza yeniden kavuşmamız ise Cumhuriyet’in kurucu kadrosu sayesinde gerçekleşti. Düyun-u Umumiye İdaresi, devletten bağımsız şekilde kamu maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü de eline aldı. Kamu gelirlerini toplayarak iç ve dış borçların alacaklılarına ödemeye başladı. Osmanlı Devleti’nin gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu.

“Düyun-u Umumiye Reji İdarelerinin kurulması devletin mali bağımsızlığının yitirilişinin tescili oldu.”
1912 yılına gelindiğinde Maliye Bakanlığı’nda 5500 memur görev yaparken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde 9000 memur çalışıyordu. 1883 yılında Reji İdaresi adı altında yabancı sermayeli bir şirket daha kuruldu. Osmanlı Devleti 30 yıl süreyle en önemli gelir kaynakları olan tütün, tuz ve kahveden toplanan vergileri alacaklı ülkelerin kurduğu Reji İdaresine bıraktı. Düyun-u Umumiye Reji İdarelerinin kurulması devletin mali bağımsızlığının yitirilişinin tescili oldu.

“Osmanlı’nın mirası olan dış bağımlılıklardan tamamen kurtulduk.”
Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşması ile bu kurumun işleyişine son verildi. Türkiye Lozan’da kabotaj hakkını da elde etti. Böylece denizlerde de bağımsızlık sağlandı. İdari ve Mali vesayet getiren kapitülasyonlar da kaldırıldı ve Osmanlı’nın mirası olan dış bağımlılıklardan tamamen kurtulduk.

1923’de batılı ülkelerin ortalama kişi başına geliri 6000 dolar iken Türkiye’de ancak 700 dolardı. Yıkımın eşiğinden nasıl dönüldüğünün en açık göstergesi de budur. Lozan Antlaşması sayesinde ekonomimizi kısıtlayan kapitülasyonların kaldırmasıyla milli sanayimiz gelişti ve yabancılarla rekabet edebilir hale getirildi. İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektöre yönelik ilk kapsamlı desteklerin hayata geçirilmesi kararı alındı. Böylece Türkiye’de kayda değer sanayi tesisleri üretim kapasitesi ve kültürü oluştu.

1. Dünya Savaşı’na 3 milyon km2 büyüklükle giren Osmanlı Devleti savaştan mağlup çıkınca topraklarının %85’ini kaybetmişti. Anadolu’nun her köşesi ve hatta Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne ve İstanbul bile işgal edilmişti. Ordusu dağılmış ekonomisi çökmüş ciddi bir sanayisi olmayan yokluk içinde ümitleri tükenmiş bir ülkede tüm bu olumsuzluklara rağmen istiklal mücadelesi verildi.

Eğer Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı Anadolu da elimizden çıkacaktı. Dolayısıyla bu toprakların hâlâ vatan kalmasını 1919’da başlayan 1922’de büyük zaferle sonuçlanan ve 1923’te Lozan’da başarısını dünyaya kabul ettiren “İstiklal Harbine” borçluyuz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi Lozan Antlaşması, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın yıkılışını bildirir bir belgedir. Batı başkentlerinde hazırlanan ve Sevr Antlaşması ile son şeklini alan, Türkiye’yi dini ve etnik olarak parçalama planı Lozan’da ortadan kaldırılmıştır.

“Türkiye üniter bir devlet olarak Lozan’da doğdu.” 
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü Lozan’da sağlandı, Türkiye üniter bir devlet olarak Lozan’da doğdu. Bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünden, üniter yapısından rahatsız olan çevreler, Lozan’dan ve Lozan’ı yapanlardan da rahatsız oldular.

Felaketlerin içinden Milli Kurtuluş mucizesinin başarılmış olması en önemli gerçektir. O günlerin zor şartlarında başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Milli Mücadele’de canlarını ortaya koyarak bize bu vatanı kazandıran, varlığımızı borçlu olduğumuz ecdadımızı rahmetle, minnetle, saygıyla anıyoruz. Ruhları şad olsun.

YAZI HAKKINDA YORUMLAR
TİMDER Kurucu Üyesidir.